16 Aralık 2012 Pazar

Küçük Prens

Yazar: Antoine de Saint-Exupéry 

Sayfa Sayısı: 96

Dili: Türkçe (Orijinali Fransızca)
Yayınevi: Mavibulut Yayıncılık








           Küçük Prens'in içinde yazarın onlarca sulu boya çizimi var ve hepsi kitaptaki bir olayla alakalı. Küçük Prens için resim yapmak istedim, çünkü kitabı anlatmanın en iyi yolunun yazarın çizimleri olduğunu düşündüm. Resimleri ben, Esra, Ege Can ve Ekin hazırladık.


İlke





"Dördüncü gezegen bir iş adamınındı. Bu adam işine öylesine dalmıştı ki, Küçük Prens geldiğinde kafasını bile kaldırmadı."

Resimdeki iş adamı, hiç durmadan sahip olduğu yıldızları sayar. Küçük Prens onlara sahip olup ne yaptığını sorunca zengin olduğunu, zengin olmasının da daha çok yıldıza sahip olmasını sağladığını söyler İş Adamı. Aslında yazar, burada insanların gerçek hayattaki  sahip olma tutkularını eleştirir.

İş Adamı, bir keresinde şöyle der: "... Sahipsiz bir elmas bulursan, senindir. Sahipsiz bir ada bulursan, yine senindir. Bir fikri ilk kez sen ortaya atarsan, hemen patentini alırsın; senindir. İşte, bu yıldızların sahibi de benim, çünkü, benden önce kimse onlara sahip olmayı aklına bile getirmedi." İnsanların da gerçekte yaptığı bu değil midir zaten? Bir şeyler düşünüp, ilk bizim aklımıza geldiği için patentini alıyoruz ve bizim oluyor. Birisi fikrimizi kullanmak istediğinde de para karşılığı kullanma izni veriyoruz. İş Adamı, yıldızlarının sayısını not ediyor ve bu notların yazdığı kağıtları çekmeceye kilitliyor, böylece bankaya yatırmış oluyor varlığını. Küçük Prens ise her gün suladığı bir çiçeğe ve her hafta temizlediği üç volkana sahip ancak İş Adamı'ndan bir farkı var; onun eşyalarına yararı dokunuyorken, İş Adamı'nın tek yaptığı yıldızlara sahip olmak ve sahip oluşundan dolayı mutlu olması ve yıldızlarına hiçbir yararı yok. Tıpkı bizlerin de yaptığı gibi, sadece sahip olmaktan zevk alıyor.




Bu resimdeyse Küçük Prens, bir gül bahçesine gelir. Küçük Prens'in kendi gezegeninde kendisinden başka bulunmadığını söyleyen bir çiçeği vardır ve bahçedeki güllerin kendi çiçeğinin aynısı olduğunu gören Küçük Prens, sahip olduğu şeyin sıradan bir gül olduğunu düşünür ve çok üzülür ve otların üzerine uzanıp ağlamaya başlar. Der ki: "Eşi benzeri olmayan bir çiçeğim var diye kendimi zengin sanıyordum. Halbuki, sahip olduğum sıradan bir gülmüş. Bir o, bir de bacak kadar üç volkan. Üstelik biri, belki sonsuza kadar sönmüş kalacak: Hiç de büyük bir prens değilmişim..." 



Esra

‘Küçük Prens daha sonra, her gün elimizi yüzümüzü yıkadığımız gibi küçük gezegene çeki düzen vermek için, baobab fidanlarını söküp atmayı iş edindiğini, bu işin oldukça sıkıcı olmasına karşın kolay bir uğraş olduğunu anlattı. Sonra benden, bizim oradaki çocuklara göstermem için bu olayı resimlememi istedi’
Ben de bunu resmettim; çünkü bizim oradaki çocukların baobab ağaçlarını sökmeye olmasa da işlerini yarına bırakmamak konusunda özellikle hassaslık göstermeleri gerekiyor tıpkı Küçük Prens gibi. Yoksa bu çok kötü sonuçlar doğurabilir.











-Sayın kralım müsaade buyurursanız güneşin batışını görmek isterim... Hatırım için güneşe emredin de batsın.
Kral:
-Ben bir generale kelebek olup bir çiçekten diğerine uçmasına veya bir deniz kuşu olmasını emretsem ve general bu emrimi yerine getiremese suç kimde olur, onda mı, bende mi?
Küçük Prens hiç çekinmeden:
-Sizde, dedi
-Tamam, o halde herkesten yapabileceği, yerine getirebileceği şeyi istemeli. Otorite her şeyden önce usa dayanır.
Kral otoritesinin tüm evren üzerinde olduğunu söylüyor ama onun yaptığı şey sadece zaten herkesin kendi istekleriyle yaptığı şeyleri onlardan istemek. Bu otoritenin aka dayanmasından çok kendini kandırmak; çünkü bir generale deniz kuşu olmasını emredemezsin ama ordusunu nereye yönlendireceğine sen karar verip ona emredersin. Ordusunu zaten kendi yönetiyorsa ve o ileri götürüyorsa ordusunu sen ona öne sür desen de bir şey değişmez; çünkü insanlar istediklerinin yerine getirilmesi için emir verirler. Aslında hep rastlarız hayatta kral gibi insanlara mutlu hissetmek için kendilerini kandırırlar. Ah şu yetişkinler ne garipler.












Gökçe

Bir ağaç gibi usulca yere yığıldı.
Böyle bir vücudu evine kadar taşıması olanaksızdı. Yılanla da bu yüzden anlaşmıştı Küçük Prens. Bu gece vücudunun özü evine gidecekti. Vücudu bir kabuktu sadece. Ölü gibi gözükecekti ama yalandı. Evine gidiyordu Küçük Prens. Tam bir yıl sonra.









Dikenler ne işe yarar?
Elbette işe yarar dikenler. Küçücük narin çiçeklerin amansız savaşçısıdır onlar. Çiçeğini bırakıp gelmişti Küçük Prens. Bundan dolayı biraz pişmalık duyuyordu ama geldiği gezegende gökyüzünde ki o ışıkta çiçeğinin olduğunu biliyordu.








Ekin

Yazar 1 numaralı resmini çizdikten sonra sanat şaheserini büyüklere gösterip onlara, resimden kokup korkmadıklarını sorar. Fakat ''Şapkadan kim korkar?'' cevabını alır.Ama bu bir şapka resmi değildir.Yazar aslında fil yutmuş bir boğa yılanını resmetmiştir. 
1 numaralı resmin anlaşılmaması üzerine yazar büyüklere her şeyi açıklamak gerektiğinden 
yakınarak 2 numaralı resmini çizer. ama büyükler bu resmi gereksiz bulur ve ona yılan çizmeyi
 bırakıp kendisini daha faydalı alanlarda geliştirmesini söylerler. Eğer insanlara 1 numaralı 
resmi gösterip ne olduğunu sorarsanız büyük çoğunluğu kitaptaki büyükler gibi şapka cevabını 
verir. Kitabı okumamış olsaydım ben de bunun bir şapka resmi olduğunu söylerdim çünkü 
gerçekten şapkayı andırıyor. Ama yazar bunu tamamen farklı bir şeyi fil yutmuş bir yılanı 
düşünerek çizmişti. Herkesin hayal gücü farklıdır. Psikologlar bazen hastalarına sorunlarının
 ne olduğunu anlayabilmek için karmaşık şekiller gösterirler her hasta bunu farklı bir şeye 
benzetir bu test psikoloğun sorunu anlamasına yardımcı olur.


Bence 1 numaralı resim de mürekkep testleri gibi kimisi dağ diyor kimisi şapka belki de bazısı yazar gibi düşünüyor sonuçta herkes kendine göre yorumluyor bu garip kahverengi resmi. 2 numaralı resim ise çok açık çünkü diğer resmi açıklamak için yapılmış. Kısacası yazar 2 numaralı resim 1 numaralı resmin büyüklerin dünyasına uyarlanmış, açık hale getirilmiş şekli.Buradaki büyük kavramı yaşı büyük insanları değil hayal gücünü kullanmayan insanları niteliyor. Eğer böyle biriyseniz durun ve düşünün orada bir yerlerde bir ses mutlaka bu hayatın yeterince eğlenceli olmadığını söylüyordur yeter ki dikkatle dinleyin.








Ege Can


Bu gezegen şu ana kadar gördüğüm en küçük gezegendi. Üzerinde yalnızca bir sokak feneriyle bir fenerciye yer vardı. Bu adamın diğer gezegenlerdekilere benzemediğine karar verdim. Hiç olamazsa bir şeyler başarıyordu. Feneri yakmakla, bir yıldız daha veya bir çiçek daha doğuyordu. Söndürmekle ise çiçeği veya yıldızı uyutmuş oluyordu.

Fenercinin gezegeninde her dakikada bir yeni bir gün başlıyordu. Her gece olduğunda feneri yakmak her sabah olduğunda da feneri söndürmek zorundaydı. Bu nedenle durmadan çalışıyor hiç uyuyamıyordu. Önceden gezegende günler daha uzunmuş. Fenerci sabahları dinlenip geceleri uyurmuş. Ama gezegen zamanla daha hızlı dönmeye başlamış. Sonunda gezegen dakikada kendi etrafında bir tur atıyor, gezegenin her turunda gezende bir gün yaşanıyor. Fenerciye niçin uyuyamadığı halde hala çalıştığını sordum. Bana emrin böyle olduğunu söyledi. Zavallı fenerci durmadan çalışmak zorunda. Ona verilen emre ve emri veren kişiye bağlı bir şekilde çalışıyor. Ama sanırım ona bu emri veren kişi, fenerciyi fenercinin kendisini sevdiği kadar sevmiyor. Evet emri ilk verdiği zamanlar fenerci rahatça yaşayabiliyormuş ama şimdi gezegen daha hızlı dönüyor. Bu nedenle fenerci emre uymak için uyumadan çalışmak zorunda. Bence emri veren kişi fenerciyi sömürüyor. Fenerci bunu anlamasın diye emri değil sadece koşulları değiştirmiş. Yetişkinleri anlamıyorum. Neden her zaman daha fazlası için başkalarını sömürüyor.

Eğer bu gezegende iki kişilik yer olsaydı fenerciyle dost olurdum ve güneşin batışını yirmi dört saatte bin dört yüz kırk kere seyrederdim.




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder